Erich Fromm’un Sevme Sanatı adlı yapıtı insanın temel gereksinimlerinden yola çıkarak insanın psikolojik yönünü ihmalkârlığına ve gündelik sosyo-ekonomik yönelimlere eleştiri getiriyor.
Fromm’un kitabının en ilgi çekici yönü şüphesi gerçek sevgi üzerine yoğunlaşması ve bunu insanı özgür bırakma edimi çerçevesinde ele almasıdır. Anne, baba, kardeş ve Tanrı sevgisinin insan için anlamı ve bu sevgilerin kökenini soruşturur. Anne sevgisi kendiliğinden biraz da içgüdüseldir. Koşulsuz bir sevgidir. Anne çocuğunu sevmek için onun fiillerine bakmaz. Onun için kendi çocuğu olması sevgi için yeterlidir. Baba sevgisi anne sevgisinden fiiller yönünden ayrılır. Babanın çocuğu sevmesi, ödüllendirmesi ya da cezalandırması Fromm’a göre çocuğunun fiillerine dayanmaktadır. Kardeş sevgisi ise ‘ötekini’ sevmektir. Fromm’a göre kendisini sevmeyen ötekini sevemez ya da ötekini sevemeyen kendisini de sevemez.
Sigmund Freud gibi keskin fikirlere sahip değildir Fromm. Daha mutedil hatta İslam geleneğinde büyük bir psikolojik bilgi birikimi sunan tasavvufa yaklaşır bazı yerlerde. Freud’da sevginin kaynağını cinsel güdüler oluştururken, Fromm’da gerçek sevgi olmadan yaşanılan cinselliğin ruhu nasıl tükettiği vurgulanır. Peki, Fromm’a göre gerçek sevginin kaynağı nedir?
O, gerçek sevginin kaynağını açıkça belirtmese de aile olarak işaret etmiştir. Bu nedenle en temel sevgi türleri olan anne, baba ve kardeş sevgisini incelemiştir. Fromm’da anne çocuk için ilk başlarda güvenli bir yuva, daha sonrasında doygunluk ve sevgi olarak karşılığını bulur. Hatta O, metaforik belirlenimlerde kullanmaktadır. Genellikle her anne çocuğuna ‘süt’ yani Fromm’a göre sevgi vermektedir. Ama Fromm’un ‘bal’ ile muştuladığı yaşam sevincini vermek ayrı bir maharet gerektirir ve sayılı anneye has bir niteliktir.
İnsanın psikolojik yönünün ihmal edildiğini belirten Fromm’a göre çağımızda her şey kapitalist sistemin sunduğu altyapıya göre düzenlenmektedir. Bu sistemde önemli olan mülkiyet ve sermayenin akışının takibi ve bu akışı kendi lehine çevirmek olarak göze çarpar. İnsan bu akış içerisinde bir kimlik erimesine tutulur ve kendini kaybeder. Sistem insanın amacını yalnızca maddesel getirilere indirgeyerek onu robotlaştırmaya çalışmaktadır. Robotlaştırma da çağımızda her yerde yankı bulan ‘eşitlik’ kavramını gündeme getirir. Kapitalist düzenin eşitlikten anladığı bir aynılaşma, birbirine benzeme ve tek tipleşmedir. Bu aynılaşmanın niceliği ne kadar çok olursa o kadar fazla sayıda aynı zevklere hitap eden mal satılabilir. Hâlbuki Fromm’un eşitlikten anladığı bir insanın başka bir insanı kendi amacı doğrultusunda bir araç olarak kullanmamasının sağlanmasıdır.
Günümüzde herkes bir şeyle meşguldür. Bu meşguliyet bilinçli ya da bilinçsiz bir tüketim çılgınlığına dönüşmektedir. Ticaret ve işler insanları uzun saatler ‘mesai’ denilen büyülü kavramın içerisinde eritirken, bu tip etkinliklerde kendi kimliğini yitiren insanlar itibar görebilmektedir. Fromm’a göre asıl etkinlik, insanın kendi içsel dünyasında sevgiyi keşfetmiş olması, önce kendisini sevmesi -ki bu ona göre zaten tüm insanları sevmek demektir- ve kendi varlığının farkına vararak, evrendeki konumunu idrak etmesidir.